HER KONUYU TARTIŞALIM!

HER KONUYU TARTIŞALIM!Bazen bir konuyu tartıştığımızda, o kurumun başındaki insana zarar gelecek diye korkuyoruz. Ya da başımıza bir şey gelir kaygısı taşıyoruzdur..
Yanlış.. Kimseye birşey olduğu yok!
Eleştirmek başka, hakaret etmek bambaşka bir kavram..
Eleştirmek aslında, bir işin doğru gitmesi içindir..
Yanlışlıkları düzeltmek içindir.. Neticede;
Kamuoyu sorunlu bir kenti ya da zihniyeti tasvip etmez, şikayet eder.
Bu durumu, ‘samimiyet sorgulaması’ olarak görüyorum..
Bir okurun veya bir İskenderunlu’nun derin bir “şüphe”si varsa, o konuya odaklanmanın neresi yanlış?
Bakın arkadaşlar!
Her şeyin açıkça konuşulamadığı bir ortamın riyakârlık ürettiğinin farkında olmalıyız.
İthamlardan kurtulmanın başka bir çözümü yoktur..
Tartışılamayan her yönetici, tartışılamayan her konu, “başıma bir iş gelir” korkusunun yayıldığı her alan sahtekârlığı tetikler.
Böylece ortalık, sevdiği halde ‘falanca kişinin ne yaptığı beni ilgelendirmiyor. Zaten bir hizmet gördüğümüz yok’ diye geçinenlerden geçilmez olur.
Sonucu da hüsran olur.. Pişmanlıktır!
Faturasını da bu memleketin güzel insanları öder..
Oysa, İskenderun’da her şey açıkça, korkusuzca, “başıma bir iş gelir” endişesine zerre kadar kapılmaksızın tartışılmalı..
Yani demem o ki…
Riyakârlık ancak her şeyin açıkça tartışılabilir olmasıyla ortadan kalkabilir.
Beklediğimiz hizmetlere ancak böyle kavuşabiliriz..
Dilimin altında bakla yok. Talebim şudur:
Yön gösterelim..
Güzel şeyler yapalım..
Her şeyin özgürce tartışılabildiği bir ortamda da yazdıklarım bunlar olacak..
Değişmez!

BALIK KÜLTÜRÜ!
Ben bu işi kafamın bir yerine yazdım.
Balık kültürünü yaşatmalıyız!
Sadece kafamın değil, en güzel sokaklarda tezgahın bir yerine, en özel yerine bir anıt gibi diktim.
Üzerine şunu yazdım:
Ya yapacağız! Ya yapacağız!
Nedir o?
Havuzlu Çarşı’nın arka sokağına balık pişirim tezgahları kurmalıyız..
Nasıl mı?
Ama ahşaptan..
Ama taş bloklardan, farketmez!
Etrafında zaten onlarca dükkan var..
Pişti mi balıklar, memleket balık kokusundan geçilmez..
Olamaz mı?
Bakın.. Pac meydanı dediğimiz yerde sıralı döner dükkanları var..
İnsanlarımızın ayağı alıştı..
Canı çekti mi, oraya gidiyor..
Bir de Petek Pastanesi civarında onlarca döner dükkanı var..
Hemen hergün o işletmeler dolup taşıyor.
Müşteriden geçilmiyor..
İnsanlar alıştı..
Ama gelin görün ki.. Bir balığa ısınamadık..
Çünkü, etrafta sadece bir kaç tane balık pişirim tezgahı var..
Deniz kentinde balığı yediremiyoruz insanlarımıza..
Bu mudur yani..
Birşeyler yapmayacak mıyız?
Yazıp, çizdiklerimden sonra balıkçılar hareketlendi..
Tavsiyelere kulak verilsin istiyorlar..
Bir zamanlar, ABD’de balık restoran işletmeciği yapan, şimdi ise İskenderun’da balık restoranı işleten İsa Uzun’u dinliyorum. Diyor ki:
“Deniz şehri olmamıza rağmen maalesef balık restoranların sayısı çok az. Oysa insanlarımız balığı ne kadar çok görürse, o kadar canı balık çeker. Bu bakımdan da şehir merkezinde hatta deniz kenarlarında balık restoranların sayısının artması gerektiğine inanıyorum.”
Haksız da sayılmaz..
Aynı fikirleri savunuyoruz..
Demek ki neymiş?
İnsanlarımız şehir merkezinde balığı tezgahlarda göremiyor..
Çözüm basit aslında..
Balıkçı Barınağı’na benzer bir yapıyı Havuzlu Çarşı’nın arka sokağına taşımalıyız..
Ben bunu söyler, bunu tavsiye ederim..

ARTIK FARKINDAYIZ!
Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri de ‘deprem politikamızın’ olmayışıydı..
Deprem politikası derken, toplum bilincinden uzak tuttuğumuz deprem bilgisinden, denetim mekanizmasından sözediyorum.
Onlarca yazı yazdık.. Makaleler, söyleyişiler, röportajlar artık birşeylerin değiştini gösteriyor..
Artık insanlarımız beton kalitesini, kullanılacak demirin miktarını, özelliklerini tartışır duruma geldi. Bir önemseme, bir hassasiyet kültürü oluştu.
Ev alırken, herkes temkinli davranır oldu..
Yerel yöneticiler, denetimlerin artırılmasını konuşuyor..
Mimarlar ve inşaat mühendisleri odası, ‘işbirliğinden’ sözediyor..
Deprem Master Planı’na işaret ediyor..
Hemen hergün ‘depremle’ ilgili toplantılar düzenleniyor..
Okullar boşaltılıyor..
Yeni bir sistem, yeni bir düzenlemeye vurgu yapılıyor..
Bunun adı tedbirdir..
Geç olsa bile, depremlerin afete dönüşmesini engellemek, zararlarını en aza indirmek için gereken önlemlerin alınmasına yönelik her adımı önemsiyorum..
Ama yine de acele etmekte fayda var!

KREDİ KARTI!
Kredi kartı, cirodan elde ettiğiniz parayı rahatlıkla harcayacağınız bir milli piyango kartı değildir..
‘Geri ödemesiz’, ‘faizsiz’ bir hediye çeki hiç değildir..
Uyanın artık! Devlet’ten mikro kredi desteği almıyorsunuz..
Nereye gitsem, manzara aynı..
Telefon faturası, kartla..
Elektronik eşya, kartla..
Beyaz eşya, kartla..
Okul taksidi, kartla..
Bir kalem, bir silgi, bir de açacak alıyorsunuz, kartla..
Elektrik, kartla..
Su, kartla.. Giyim, kuşam, kartla..
Kefen alıyorsunuz, kartla..
Dünyamız kart olmuş.
Kusura bakmayın ama ahirete giriş ‘kartla’ değil..
Bilinçli kullananları tenzih ediyorum..
Ancak birçoğumuz için iş çığrından çıkmış gibi..
Farkında değiliz..
Durum ortada.. İşler iyi gitmiyor..
Bir kazanıp beş harcama zanaatını bilezik diye bileğine taktığına inanan müşteri çoğu zaman kontrolden çıkıyor.. Fiyakalı kartlar çoğu zaman kafa ağrıtıyor..
Uyarıyorum..
Yakında suçlu durumuna düşebilirsiniz..
Düşebilirim demiyorum.. Çok şükür kredi kartım yok..
Allah muhtaç da ettirmesin!
Bunları niye yazıyorum..
Kapıma hergün kredi kartı mağduru onlarca insan geliyor..
İpler kopmuş.. Kendini kaptıran kaptırana..
Hatırlayın.. Geçmişte bununla ilgili intihar olaylarını birlikte yaşadık..
Sonuç ‘dramatik’ bir istatistikle gerçeği yüzümüze vuruyor..
Kredi kartı borçları geçen yıl yüzde 23 artmıştı. Bir yüzde 20 de bu yıl arttı.
Şimdi düşün, gelirimiz bu kadar arttı mı? Hayır..
Peki ne oldu?
Kart sahipleri, son 12 ayda borçlarının yüzde 50’sini ödemede gecikti.
Bu da yaklaşık 3.7 milyon kart sahibini, daha şimdiden suçlu haline getirdi.
2.5 milyon kart sahibi ise, borcunun sadece minimum bölümünü ödeyebildi.
Farkında mısın, daha şimdiden birçoğunuzun kredi kartı ATM’lerde geçmez hale geldi. O kartın faizinin yüzde 29’a ulaştığının farkında mısın?
Kart sahiplerinin yüzde 6.9’u, borçlarını 90 gün geçirmiş vaziyette.
Yani resmen suçlu durumda..
Finans uzmanları gelecek yıl, kredi kartı suçlu oranının yüzde 9’u geçeceğini söylüyor.. Allah korusun ama işler gerçekten iyi gitmiyor,,
Öyle ya da böyle..
Bu işin sonu nereye varacak diye de merak ediyorum ve soruyorum..
Yunanistan niye bu halde?

Yılmaz Akpınar
1974 doğumlu. Güney Medya'da müdür. İskenderun'un önde gelen gazetecilerinden.