Soruyorum

İnsan olmanın yada insan kalmanın tek yolu, yemek yemek, içmek ve doğal ihtiyaçları karşılamak mıdır?

Hayatı sadece karın tokluğu,başını koyacak bir yastık ve üstünü başını örtecek bir giysiden ibaret görmek midir?

İnsanlığın ölçüleri sadece bu sınırlar içerisinde değerlendirilebilir mi?

Yaşamanın tek amacı bu zorunluluklar olabilir mi?

Gelin; çevremizde,yaşadığımız toplumda ve ülkemiz genelinde durum nasıl hep beraber irdeleyelim olur mu?

Yedisinden-Yetmişine kadar hemen hemen her aşamadaki insanlar, “Rabbena hep bana” anlayışıyla bencilliği sindirmişler mi, ona bakalım?

Evet; neredeyse bencil olmayan,bencillikte tavan yapmayan kalmamış dersem yanlış bir şey söylemiş olmam sanırım.

Bencilliği şiddetle red eden, azınlıkta kalmış, kendini bilen insanları “tenzih ediyorum” tabi ki.

Küçücük bir menfaat, bir çıkar uğruna en yakınımızdakileri dahi, tabiri caizse satmıyor muyuz?

Satıyoruz.

Hem vallahi, hem billahi satıyoruz.

Kırk gün sırtınızda taşıyıp bir gün yoruldum inde bir dinleneyim dediğinizde

Hakkınızda söylenmedik kötü söz kalıyor mu?

Kalmıyor.

Üstelik yaptıklarınızın tamamı bir anda silindiği gibi yeryüzünün en kötü insanı gibi görülmeye ve anlatılmaya başlanıyorsunuz.

Doğru mu bu?

Evet doğru.

İnkar eden, bu tespite karşı duran varsa bir adım öne gelsin lütfen.

Bugün hararetle savunulan, hatta baş koyulan bir fikir bir düşünce, yarın aynı şahısa veya topluluğa dokunmaya başlarsa ilk çark eden kendileri olmuyor mu?

Evet oluyor.

Hemde en üst perdeden en alt perdedeki insanlara kadar sirayet etmiş, çaresiz bir hastalık gibi tüm hücrelere nüfuz ediyor.

Doğru mu?

Doğru.

Yığınla örneği her dakika her saniye canlı canlı karşımıza geliyor.

Gönül ,Hatır,Şeref,Namus,Ahlak,Vicdan,Hak,Hukuk denilen manevi kavramların ne olduğu bu topluma sorulsa sizce nasıl yanıtlar alınır?

Ben şahsen toplumun büyük bir kısmı için unutulmuş ve ne olduğu bilinmeyen kavramlar olarak görüleceğini düşünüyorum.

Sizlerde sorun lütfen, merak edin sorun ve de sonuçları görün.

Biliyorum; algılamanın ve kabul ediliş şeklinin özünden ne kadar koparıldığını ve değişimin vahametini sizlerde biliyorsunuz, görüyorsunuz.

Oysa ki bu ülkenin kuruluşunda verilen mücadelede,bizi biz yapan hayati özelikler olarak kabul gördüğünü ve haddinden fazla önemsendiğini biliyorum.

Ne oldu bu hayati özelliklere, ne oldu bu milleti birbirine kenetleyen bu ulvi meziyetlere?

Yerle bir oldu neredeyse, hiç anlamı kalmadı değil mi?

Bu değerleri kaybetmekle birlikte,artık kendimizi hangi kategoride görüyoruz çok merak ediyorum doğrusu.

Gelinen noktada gemisini kurtaran kaptan felsefesi,çarpıklığına boyun eğmişiz.

Yükselmenin, en üst seviyelere gelmenin ve isteklerimizin elde edilmesinin tek yolunun birbirimizi ezmekle, birbirimizi sırtından hançerlemekle mümkün olabileceğini kabullenmişiz, ne yazık ki.

Toplumun uzun yıllardan beri kanayan yarası olmakla beraber, yakalandığı ve tedavisinin henüz mümkün olmadığı amansız bir hastalığıdır bu..

Aksini söyleyebilir misiniz?

Söyleyebileceğinizi hiç düşünmüyorum.

Çünkü acıda olsa, gerçek böyle.

Aslında en acısı , en yürek burkan husus, bu tabloyu değiştirmek için kılımızı bile oynatmadan her şeyi olduğu gibi kabullenmiş ve hep seyrediyor olmaktır.

Bu eksiklikleri, gidilen yanlış olan bu yolu anlatmaya kalktığınız zaman aklı eksik olarak görülmekte işin farklı acılı yanı olsa gerek.

Hastalıklı ve yanlış giden bir toplumun doğru yapmasını beklemek kendimizi de tepeden tırnağa sorgulamamızı gerektirir.

İnsanlık değerleri ve kabulleri tekrar tekrar incelenmeyi ve sorgulanmayı gerektirecek en önemli kriterlerdir.

Bu yaşanası hayatta sadece yemek yemek ,içmek ve doğal ihtiyaçları karşılamak için ömür geçirilmez.

Diğer canlılarında bu ihtiyaçlarını kendi yaratılış ölçülerinde yerine getirdiklerini unutmamamız gerekir.

Lütfen! önemseyelim, soralım ,sorgulayalım günü kurtarmak marifet değildir.

Geleceğe bırakacağımız müspet miras ölçüsüdür asıl marifet olan.

Geldik bu dünyaya ,geçtik gittik, öyle suya sabuna dokunmadan anlayışı çürük bir anlayıştır.

Bu çürümüşlüğe daha fazla ortak olmamak temennisiyle İnsan olmak ve insanlığı yaşatmak mecburiyetindeyiz.

Geldiğimiz noktada hem bireysel hemde toplumsal olarak her gün şunu sormak durumundayız.

İNSANLIK NEREDE?…

Soruyorum…

 

Soruyorum

Zeki Şanlı
1967 İskenderun doğumlu.Ondokuz Mayıs Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi İstatistik Bölümü mezunu.