Doğruca idam sehpasına..

Doğruca idam sehpasına..Bir şeyler ters gidiyor.. İskenderun’un sorunlarına odaklanmamız gerekirken, ‘bel altı’ yaklaşımlardan sonuçlar almaya çalışıyoruz. Doğru mu?
Ortada şimdilik ‘gerçeklik’ payesi taşıyan bilgiler yok iken, ha bire sorular soruyoruz.. Ne için?
Tamam, belediye ile alakalı durumlarda sorular cevap bulmalı..
Ama yaklaşım ‘özel hayat’ı kapsıyorsa, o ailenin fertleri nasıl bir psikolojik travma yaşayacak, farkında mısınız?
Kendinizi o başkan yardımcısının yerine koyun..
Sizin hakkınızda 1.5 yıldır süre gelen ve aynı kalemden çıkan bir mektup, aile yaşantınızı alt üst ediyorsa, ne yapardınız?
Ya da arkasından ‘periyodik’ olarak, adrese teslim gönderilen mailler ne kadar inandırıcı?
Hakkımda da onlarca laf üretiliyor..
Kendimi biliyorum..
Hangisini doğru kabul edebilirim ki?
O doğruların, kendimce ‘hakkaniyet’ ölcüsünü insanlara nasıl anlatmalıyım?
Düşünün.. Kim olduğu belli olmayan biri çıkıyor diyor ki, “Şu şöyle, bu böyle”..
Sonuç? İnsanları doğruca idam sehpasına sürüklüyoruz..
Oysa o şahıs, bir gün Adile Saçan oluyor..
Diğer gün, Murat Karlısu..
Canı yanan, bir dizi eksiklikleri anlatmaya çalışan, tepkili bir insan niye ‘rümuz’ kullansın ki?
Adliye şurada.. Mahkemeler bunun için var..
Edersin şikayetini.. Yazarsın dilekçini, olup biter!
Bunca yıldır doluysan.. O mektuplar, mailler belediyeye ulaştırılabiliyor da, adli makamlar niçin görmezden geliniyor?
Hem, olayın ‘ahlaki’ bir boyutu var..
Olayın ailevi bir yüzü var..
Eş var, çocuk var..
Dahası.. Periyodik ve kasıtlı bir saldırı var..
Hem olaya neden tek yönüyle bakıyoruz ki?
Hiç mi, ‘mağdur’ olanın konuşma hakkı yok?
‘Böyle bir ahlaksızlığın yaşantımda yeri yok’ diyen birilerinin sesine neden kulak vermiyoruz?
En basit bir ihtimalle ararsın telefonla, öğrenirsin..
Birileri telefonla görüştü, hem de defalarca..
Kaynak da göstermiş.. Avukat da buna şahit..
Peki bu gelişmeleri görmezden mi geleceğiz?
Yanlış anlaşılmasın, kimseyi suçlamıyorum..
Bu hikâyede yansız kalmaya, samimi olmaya gayret ediyorum.
Kişisel görüşleri ve subjektif değerlendirmeleri kabul edilebilir asgari düzeyde tutmaya çalışıyorum..
Ama görüyorum ki.. Geçmişe dönük şahsi bir hesaplaşma, amacı ‘iyi niyetin’ dışına taşırıyor.. Ortada şimdilik üç şikayet dilekçesi var..
Olay birçok açıdan mahkemeye intikal etmiş durumda..
2011/8426 ve 2011/7867 nolu dosyadaki ifadeleri inceledim..
Artık söz adli makamlarda..
Unutmadan, bir ayrıntı daha var..
Doğrudur, belediye başkanı bu konuda kamuoyunu aydınlatan bir açıklama yapmalı mıydı? Evet ‘eğer ortada kasıtlı olarak yanlış bilgiler dolaşıyorsa’ yapmalıydı!
Dün de yazdım:
Aklımızı başımıza toplamanın, kalbimize kulak vermenin yolu ‘sessizliğe’ ara vermekten geçiyor. Her konuda olduğu gibi, bu düşüncemde yine ısrarlıyım..
Ben şimdilik bunu söylüyorum..
Ve bir daha da bu konuya girmek istemiyorum..
Tadımız kaçtı çünkü..

VİCDANEN RAHAT DEĞİLSEN,
O İMZAYI NEDEN ATTIN?

Geçen gün meclis oturumunda Mesut Yüksekbaş, festival harcamalarını işaret ederek “Vicdanen rahat değilim” dedi.. Araştırınca, olayın farklı bir yüzü çıkıyor..
Biliyorsunuz ki, festival yürütme kurulu programa yansıyacak her etkinliği karara bağlar.. Öyle de oldu.. Festivale gelecek sanatçılardan tutun da, halka sunulacak etkinliklere kadar her bir adım karara yansırken, festival yürütme kurulu üyeleri attıkları imzalarla da bu programı onadılar..
Bitmedi, olayın bir de parasal boyutu var..
Bir dilekçe hazırlanıyor.. Özel Kalem Bütçesi’nden festivalin finansı için ‘gereğinin yapılması hususunda talep geliyor.. Kimden?
Belediye Meclis Üyesi Mesut Yüksekbaş’tan..
Yanlış duymadınız.. Dilekçenin altındaki imza Yüksekbaş’a ait..
Bütçe ne kadar? 395 bin lira!
Şimdi bu karar metni ve dilekçe örneği karşımızda duruyor iken..
Nasıl oluyor da, Mesut Yüksekbaş ‘vicdanen rahat değilim’ diyebiliyor?
Günün uzmanlık sorusu budur arkadaşlar!

Yılmaz Akpınar
1974 doğumlu. Güney Medya'da müdür. İskenderun'un önde gelen gazetecilerinden.