Nasıl olacak bu?

Nasıl olacak bu?Hatay İl Turizm ve Kültür Müdürü Aysun Çelenk, önceki gün İskenderun Ontur Otel’de acente temsilcileriyle bir araya geldi..
Hoşgeldi, sefa geldi..
Bir de heyecanlı bir konuşma yaptı. Dedi ki:
“Uykudan uyanın, canlanın! Proje üretin..
Kenetlenin!
İskenderun’u, Antakya’sı yok.. Birlikte hareket edin!
‘Bu kent turizm pastasından nasıl daha fazla pay alır’ düşünün..
Birlikte bir şeyler yapmalıyız,
Müziklerin çaldığı bir sokak yapın, deniz müzesi yapın, turisti kente çekecek projeler üretin.. Bizler varız!”
Peki nasıl olacak bu?
İskenderun’da bir tane 5 yıldızlı otelimiz var mı?
Hemen hepsi mahkemelik..
Şimdi de meslektaşlardan itiraz edenler olmuş..
Meydan boş anlayacağınız!
Aysun Hanım alınmasın..
Ama ‘güçbirliği’ söylemlerine karnımız tok..
Bu filmi yıllardır izliyoruz..
Her seferinde aynı sözleri, aynı vaatleri dinliyoruz..
Sahilin canlanması hususunda kaç yazı yazdım, ben bile hatırlamıyorum..
Yüzlerce yazıya karşılık, sadece bir kafeterya kazandırdık İskenderun’a..
Gerisi yok..
Henüz iskele projesi bile onaylanmadı..
Karaağaç’ın ötesinde turizm işletmeciliği ‘restoranlarla’ ilişkili..
Düşünün.. Arsuz’a kadar gidiyorsunuz, kıyı şeridi boyunca sadece Karaağaç’ta bir tane plajımız var..
Koca İskenderun şehri, ‘itiraz’ların altında paspas olmuş..
Bir marinamız bile yok..
İtiraz şehri İskenderun’a, bu saatten sonra birşey gelmez..
Ben bunu öğrendim, bunu söylerim..
Körfez lobisiymiş, güçbirliğiymiş, hepsi hikaye!

TÜRKÇE ELDEN GİDİYOR!
Gezdiğiniz, dolaştığınız yerlerde; gözünüze ilişen veya işittiğiniz, Türkçe olmayan isimler ve terimler sizi rahatsız etmiyor mu?
Oysa bakıyorum etrafa.. Güzel dilimizi bozan kelimeler sürüyle..
Önemsenmediğinin farkındayım.
Ağırlık yapıyor olacak ki, artık harfleri bile yutmaya başladık..
Evet, dil bilgisinden çakıyoruz.
Üstad Hüsamettin Tacettin ağabeyimin Söz’deki köşesini okuyanlar bilir..
Türkçe’yi o kadar düzgün kalemine yansıtıyor ki, büyülenmemek elde değil..
Dil bilgisine olan bağlılığı; Türkçe’ye olan sevdası tartışılmaz..
Bazen tatlı tatlı uyarır, mesajını alırım..
Mümkün olduğunca hata yapmamaya çalışırım..
Peki, genç nüfusumuz bu konuda endişe taşımıyor mu?
Telefonla mesajlaşırken, Türkçe’yi katletmiyor muyuz?
Sosyal paylaşım sitelerinde, anlamsız bir takım cümleler kurmuyor muyuz?
Noktalama işaretlerinin ırzına geçmiyor muyuz?
Peki ya, reklam panolarına ne diyeceğiz?
Sohbetlerde kullandığımız terimlere neden yabancıyız?
Bize ne elalemin dilinden..
Öylesine çok örnekler var ki, şaşırıp kalıyorum..
Tanıtım, demo.. Sunucu, spiker.. Gösteri adamı, showman..
Bakkal, market.. Hanımağa, first lady..
Torba, poşet.. Ucuzluk, damping.. İlân tahtası bilboard..
Bilgi akışı, brifing.. Merak ya da uğraş, hobby..
Koruma ya da muhafız, bodyguard..
İtibar ya da saygınlık, prestij.. Büyük, mega.. Küçük, mikro..
Özlem ya da hasret, nostalji.. Büyük şehirler, mega kent..
Hesap, adisyon.. Sevimli, sempatik.. Sevimsiz, antipatik..
Vurguncu, spekülatör. Eşkıya, mafya.. Yıldızlar, star.”
Ve daha birçok örnek..
Bu hataya zaman zaman bendeniz de düşüyorum..
Çünkü hayatın bir parçası oldu, tümü..
Hangisi Türkçe, hangisi değil, farkında değiliz..
El diline özendiğimiz için, içi yananınız var mı Hüsamettin ağabey gibi?
Neticede..
Masallarımızı, tekerlemelerimizi, şarkılarımızı, türkülerimizi, ninnilerimizi kaybettik. Başımız sağolsun!

BİR YUDUM SEVGİ!
Bazen “su” olmak lazım, sessiz sakin! Bazen “sel” olmak lâzım, öfkeli ve hırçın! Bazen “mum” alevi olmak lâzım, sabırla tükenmeyi bekleyen!
Bazense “volkan” olmak lâzım, önüne gelen her şeyi hızla tüketen!
Kimine “su” olacaksın kimine sel! Kimine “mum” olacaksın kimine “volkan”! Kime ne olursan ol, ama Allah’tan başkasına asla “kul” olma..
(Saim Güven’e teşekkürler)

Yılmaz Akpınar
1974 doğumlu. Güney Medya'da müdür. İskenderun'un önde gelen gazetecilerinden.